Kendini “varlık” olarak tanıyan bilinç hem “ben”lik hem de “biz”lik şuuruna sahiptir.
Tüm nesnelerin hem parça hem de dalga özelliğine sahip olduğu gibi.
Bilinç, kişiselleştikçe, nefs “emare” boyutuna, kişisellikten arınıp, aslına yöneldikçe de “safiye” boyutuna yol almaktadır.
Hassas nokta “denge” ise, her iki şuurun cem edilerek, “TEK”liğin idrakıdır.
Bilinç, benlik boyutunda “özgür irade”nin hayranı-tutsağı, kader kavramının ise düşmanı şuurundadır.
Bu boyutun en büyük girdabı ise, “ben”lik kavramını, bedensellik ile özdeşleştirmesinden kaynaklanır. Ben-i bedenidir!
Dünyası maddeleşmiştir.
Bu durumda kalması “kendine” yapabileceği en büyük zulümdür.
Bilincin kendi kendini beden hücresine hapsetmesi ve bu şuur ile “ölümü tatması” cehennemini ateşlemekten başka bir netice ile sonuçlanmayacaktır…
Ki; bu şuur düzeyindeki bilincin beden zindanındaki serüveni hüsran ile noktalanmıştır.
Hücre hapsindeki bir tutsağın özgür iradesi!…
Olsa ne olur, olmasa ne olur?
Özgür irade tutkunlarının, öncelikle “beden” zindanındaki hücre hapsinden kurtulmaları gereklidir.
Bu noktada kurtuluşu, “kader” kavramına –idrak edemese de- inanması (imanı) ile mümkündür.
Bilincin “bedensel benlik” şuurundan kurtuluşu, ölümü tatmakla gerçekleşir.
Bu tadış ya fiziki-cebri olarak ya da şuurlu iradi olarak (ölmeden önce ölünüz) yaşanacak bir olgudur.
Bedensel benlik bilincinden, gerek fiziki ölümü tatmadan, gerek tadarak kurtulan bilinç asliyetine arif olma şuuruna ulaşacaktır.
Bunu idrak eden bir bilincin ise bu tür tutkuları (özgür irade vs.) kalmayacaktır.
Bilinç kendini ve aldığı verileri (bilgi vb.) parçacık konumunda değerlendirdiği sürece bireyselliğe, dalga konumunda değerlendirdiği sürece de hakikate, asliyetine doğru yol alacaktır.
Bilincin parçacık şuuru ile kendini tanıdığı sürece “özgür irade” vardır…
Ortaya koyduğu fiillerin neticeleri ile karşılaşacaktır.
Bu şuur seviyesindeki bilincin konumu, internet ortamına bağlı olmadan çalışan bir bilgisayar gibidir…
Ne kadar üstün bir kapasiteye sahip olsa da parçacık konumunda yani off-line durumunda kaldığı sürece ne anlam ifade edebilecektir?…
Oysaki evrensel entegrasyona sahip olan vasat bir bilinç çok daha üstün bir kapasite kullanımına sahiptir.
Bilincin dalga özelliği gösterebilme istidadı arttıkça, külli iradeyi algılama kapasitesi de artacak, özgür irade gibi bireyselliğe dönük tutkulardan da…
Arınacaktır.
Her şey bir sebep ile ise,
Külli irade var ise;
Böyle bir boyutta özgür iradeden söz etmek abes ile iştigalden öteye gidemez…
Ve zaten bilinç, bedensel benlikten feragat etmedikçe de böyle bir boyutu idrak dahi edemez.
Vahdet-i vücut kavramı da bu konu ile alakalı olmakla beraber, bilinçlerin bedensel benlikleri ile konuyu kavramaya ve izaha çalışmaları sebebi ile esastan uzak kalınmaktadır.
Netice olarak cüzi irade var mıdır?…
Vardır.
Kullanım kapasitesi nedir?…
Beden boyutuna kendini hapsetmiş olan bir bilincin, kendi çapında ve zindanındaki hareket alanı kadardır!…
Hasılı, bu zindandan kurtulmak “bedensel benlik” bilincinden feragat ve külli iradeyi idrak ile mümkündür ki;
Bu şuur seviyesinde de cüz-i irade’den söz edilemez!…
Neden?…
Söz edecek bir-isi yoktur da ondan!
İnsan görünümüne sahip olmakla beraber, insansı şuuruna sahip bir bilincin ortaya koyacağı irade, külli iradenin muradı yanında okyanusta bir damla mesabesinden öte değildir…
Ki; külli irade tarafından kuşatılmış ve biliniyor olmasın. Bir anlam ifade edebilsin!
İşte; cüzi irade her ne kadar var ise de, o kadar acziyet ve yokluk mesabesindedir.
Bedensel benlik şuurunda ki bilincin –kendini- var kabul edebilmesi, şah damarının faaliyeti ile mümkündür.
Bir düşünsün kendine şah damarından yakın olan kim?